12 Ocak 2014 Pazar

8. ay

Demircim. 
Aşırı ciddiyet, atar ve bazen de inadına çılgın kahkalarla dolu bir ay geçirdin. Seni kucağımda taşırken bazen bedenimin kontrolünün bir şekilde sende olduğunu hissediyorum. Beni istediğin herhangi bir noktaya sürükleyebiliyorsun. Kucağımdayken. Bacak kadar bile olmayan boyunla. Bunu nasıl başarıyorsun henüz çözemedim.

Ve bağırıyorsun. 
Ah çılgınca. Dakikalarca. 
Başımı ağrıtana kadar. 
Kalından inceye, titrek ya da boğuk gırtlak nağmeleri. Senin minik gırtlağının nağmeleri. 

Artık seni bıraktığım yerde bulamıyorum. Ben de bu yüzden pek bırakmıyorum. Bütün gün sen yuvarlanırken ya da otururken belki düşersin diye sağına soluna önüne arkana yastık iliştiren gölgen gibiyim.

Hava soğuk, gri ve Ankara hiç olmadığı kadar çirkin. Seninle bahçeye yürüyüşe, güneşlenmeye, pikniğe, parka sallanmaya çıkmayı özledim. Bozuk atıyorum Ankara'ya. Hiç bu kadar sevimsiz görünmemişti gözüme.  

Gece lambasının düğmelerine basarak ışığın rengini değiştiriyorsun. Bilerek, farkederek, isteyerek. Bilinçli bir şekilde. Sen, benim küçük bebeğim. Sen bunu yapınca kendimi Einstein'in annesi gibi hissediyorum.
 Kıh kıh.

Beni öyle hor kullanıyorsun ki. Elini ağzıma, gözüme sokup, saçımı çekiyorsun. Çak bi beşlik işini abartıp elime, yüzüme, gözüme canın nereyi isterse oraya çakıyorsun(Bu oyunu sana öğretmem gerekirdi sanırım). Dişin kaşınırsa beni ısırıyorsun, tırnaklarınla beni kaşıyorsun. Aklına ne gelirse, hiç düşünmeden, korkmadan, sana bir zarar vermeyeceğimden kesin emin olarak onu yapıyorsun. Birkaç senden hatıra yaram, çiziğim olsa da bu durumu seviyorum. Bana bu kadar güvenmen muhteşem. 
Çünkü insan hayatta en çok ve belki de bir tek annesine bu kadar güvenir. 
O'nu böyle hor kullanır. Bu ısırıklar, tokatlar daha başlangıç.
 İnsan sevgisinden en emin olduğunu acıtır en çok. 
Kendimden biliyorum.

Seni çok çok çok seviyorum.
Benim küçük, ılık, tatlı bebeğimsin.
Göz bebeğimsin.