12 Aralık 2015 Cumartesi

Hamsi gibi çırpınan çocuk sendromu


Pratikte 2.5 yıllık, hamileliği de sayarsak 3 yılı geçen annelik geçmişimde, daha önce de birkaç kez hayatta yapmam, yok ya ben kesin yapmam, kusura bakmayın ben oyle yapmayı dusunmuyorum dediğim şeyleri yapmışlığım, olmaz dediklerimi bir güzel yaşamışlığım var. Ama açıkçası biraz da çocuğumun karakterini artık kestirebildiğimi düşünmemden mi yoksa her zamanki lüzumsuz fazla iyimserlik ve kendini bilmezlikten mi geçen cuma yaşadığımı yine de, inatla ve büyük umutla yaşamam sanıyordum.

Hava soğuktu. Okul vardı ve oğlumla bütün hafta boyunca dışarda yediğimiz tek öğünü, bugün tek başımıza değil arkadaşlarıyla beraber yiyecektik. Bu da yemek boyunca beraber olmanın coşkusuyla yemeği yarıda kesip zıplayarak lokantanın ortasında  o köşeden bu köşeye ve hatta toplanıp pide yemeye gelmiş gün teyzelerinin masalarına koşan çocuklara normalden fazla kez dur, yavaş, sessiz gibi kişisel deneyimlerime göre ne kadar az söylesek o kadar etkili olduğunu bildiğim uyarılarda bulunmak zorunda kalmam demekti. Bunu niye anlatıyorum çünkü az sonra bahsedeceğim drama etkisi olmuş olabilir diye düşünüyorum. Neyse öyle böyle yemekler yendi, çocuklar arabalara oturtuldu. Aklım pazardaki organik koton 5 liralık çocuk pijamalarında olduğundan ve sabah onda uyanan oğlumun uykusunun gelmesine daha vakit olduğunu hesapladığımdan bir de pazara gidelim dedim. Pazar yolunda geçtiğimiz birkaç oyuncak standında Demir'i dönüşte bakarız deyip oyaladım. Neyse gittik ben alacağımı aldım, söz verdiğim gibi dönerken de Demir'i biraz baksın diye bir oyuncak tezgahının önünde arabasından indirdim. Bu arada bir süredir evde sürekli, Demir'in çok fazla oyuncağı olduğundan, artık sadece oyun ya da kitap almamız gerektiğinden filan bahsediyoruz. Demir'e sadece bak, oyuncak almayalım oğlum dedim. Demirde derin bir sessizlik. Arabalara baktı, uçaklara trenlere dokundu, sürdü, bıraktı. sonra hani şu bir çubuğun ucunda sürülen teker ve onun türevleri plastik oyuncaklar vardır ya, onlardan ikisini eline alıp beraber sürmeye başladı. Bu arada hava hala soğuk ve pazar daha da kalabalık. Evde o oyuncağın iki farklı çeşidi olmasına rağmen daha kolay tezgahtan ayrılır diye bir tanesini seçip alabileceğini söyledim.(zaaarrtttt hata!oyuncak almayacağız demiştim on dakika önce). Demirde yine derin bir sessizlik ve tam konsantrasyon iki elinde iki oyuncak insanlara çarpa çarpa ikisini de sürüyor. Oğlum seç birini alalım, diğerini bırak dedim. Huysuzlandı kıvranmaya başladı, sekerek ve oyuncakları katiyen bırakmamak suretiyle birki birki(Demirce ikisini de alalım demek) demeye başladı. Hayır, seç birini, hava soğuk artık eve gidiyoruz dedim. Dedim ve o sırada, çocuğunun yüzünde uykusuzluğun son raddesine geldiğinin ispatı o ifadeyi görüp, okul, okul sonrası dışarda yemek, yemek sonrası pazar programının aşırı anlamsız olduğu gerçeğiyle pişmanlık girdaplarında boğulmaya başladım(resmen ajitasyonda bir dünya markasıyım). 

Pişmandım ama iki oyuncağı alacak kadar güvenilirliğimi sarsmaya da yanaşmıyordum. Bir daha hayır dedim ve tezgahtan bebek arabasını sürerek uzaklaştım. Demir ağlayarak peşimden geldi ve kucağıma almaya çalıştığımda o çok çok acaip şey oldu. Kocaman çocuğum, kucağımda balık gibi çırpınarak ve tutmama imkan vermeyerek kollarımın arasından kaydı ve yere oturdu. Sonra yüzüstü yere yattı. Ağlayarak, sümükler ve göz yaşlarıyla ve de hala birki birki diye benden başka kimsenin ne dediğini anlamadığı o uydurma sözcüğü bağırarak. Çocuk yerde, pazara akın eden insanlar sağından solundan geçiyorlar ve ben ayakta bir filmin inanılmaz bir sahnesini izler gibi, sanki olayların içinden değil de dışardan bir yerden izliyormuş gibi öylece baktım. 30 saniye filan sanırım. Sonra bir oyuncağın parasını tezgahtaki kadına verdim, derin bir nefes tüm gücümü topladım, çocuğumu yerden kazıyıp omzuma atıp, diğer elimle de bebek arabasını sürerek pazardan resmen kaçtım. Bu arada çocuk omzumda hala bağırarak birki birki diye ağlıyor, ama o ilk çırpınmaya göre daha az çırpınıyor ki kucağımda zaptedebiliyorum. 200 metre filan öylece yürüdüm. O yol boyunca, bu annelik işinde nasıl bir hata yaptım da benim çocuğum da istediği şey olmadığında yerleri yalayan bir çocuğa dönüştüden tutun da, Caillou'nun annesi kadar olamadım, o olsa kesin ağlatmadan bir orta yol bulup çocuğu arabaya oturtmanın bir yolunu bulmuştuya kadar, bir yığın şey düşündüm. Sonra Demir'i bebek arabasına oturtabileceğime inandığım bir an oturtup eve kadar resmen bebek arabasını koşarak sürüp, yolda aldığım tek oyuncağı eline verince zınk diye susan çocuğuma hayret ederek yaşadıklarımın bir rüya olması için dua ettim. Tabi değildi. İşin garibi çocuk tek oyuncakla, sanki zaten en başından beri istediği buymuş gibi sakindi ve ben bu vahşeti neden yaşadık hiç anlamıyor gibiydim. Eve girdik, kapıyı kapattık ve ben böğürerek ağlamaya başladım. Oğlumun önünde. Ve  beni bugün çok üzdün diye O'nu suçlayarak. Zaten zor sakinleşmiş çocuk, beni öyle görünce çizgi filmlerde göz pınarlarında gözyaşı biriken çizgi karakterler gibi oldu. "Anne ayaş gonuş". Anne yavaş konuş, bağırma. Azcık da sessiz sessiz ağladıktan sonra sakinleştim. O kadar histerik çıkıştan sonra, en büyük idolüm anne olan Caillou'nun annesi gibi sakin bir konuşmayla Demir'e bir konuşma yapıp, biraz kek yedirip süt içirip uyuttum. Göğsüme çökmüş gibi hissettiren çaresizlikler, pişmanlıklar ve ulan ben bu işi kotaramıyorum sankiler eşliğinde. 

Ve şu an yukarda anlamsız ve gereksizce bütün detaylarıyla anlattıığım, kısaca hamsi gibi çırpınan çocuk sendromu diye özetleyebileceğimiz bu nalet durumun tekrarlanmasın ve ben yaşadım bari başka analar yaşamasın diye ömrümü bu sendromla savaşa adayacağıma, Caillou'nun o herşeyi mükemmel yapan, her zorluğu çocukları ağlatmadan çözen, kendisini de bırakın ağlamayı kati suretle sesini dahi yükseltmeyen annesi adına yemin ediyorum. Ey türk anneleri!Bu menem sendrom bizim kaderimiz olmasın. Elele verelim, çırpınan hamsi çocuklar sendromunu, akıllı uslu derya kuzularına dönüştürelim. Yapalım bunu nolur ya. Bakın yoksa yine ağlarım.