Koca bir Ahhhh! çekerek başlamak istiyorum satırlarıma. Ve
yavrusunu çok daha küçükken kreşlere okullara tüm gün bırakmak durumunda kalan
bütün arkadaşlarımın, arkadaşım olmayan annelerin, çocuğunu bir yere emanet
etmek zorunda kalan herkesin önünde saygıyla eğiliyor; şans, sabır, güç
diliyorum. Gönül isterdi ki bütün çocuklara(anneleri isterse) minimum 2 yaşına
kadar anneleri baksın, sonrasında çocukların sabahın kör saati ile akşamın
karanlığı arasında kreşlerde oyalanmak zorunda kalmadığı, daha insani şartlarda
çalışabilsin tüm anneler. Devlet kadına nasıl ve kaç tane doğuracağını
buyuracağına, evladını gözü arkada kalmadan gönderebileceği okullar, kreşler,
bakım hizmetleri sağlayabilsin. Ama bunları konuşacak bir coğrafyanın da zaman
diliminin de ışık yılı uzağındayız. O yüzden delirmeden, sakince, ne
istediğimizi, ne beklediğimizi önce kendimiz karar verip, seçenekler arasından
en az acılı olanı seçmek durumunda kalıyoruz. Devlet, özel farketmez, eğitim
sistemimizin(şu an 3-6 yaş için konuşuyorum, ilerde ahkâm kesmeye büyük yaş
grupları için devam edicem) içime sindiremediğim ufak tefek değil çok büyük
eksikleri var. Bana göre tabi. Ve sanırım çoğunlukla sadece bana göre. 3-6 yaş
grubundan bahsediyoruz. Hatta ben 3-4 yaş aralığından bahsediyorum özel olarak.
Çocuğumun bu yaşından ne bekliyorum? Haftada 8 saat yabancı dil dersi almasını?
O da yetmez ikinci bir dili de ufaktan ufaktan duymaya başlamasını? Bütün gün
boyama, hamur, kesme biçme, oyuncak döngüsü içinde bir sınıfın içinde debelenip
durmasını? Piyano çalmasını, nota öğrenmesini? Yoga yapmasını, yüzme derslerine
taşınmasını? Hayır. Temel ve olmazsa olmaz beklentilerim bunlar değil. Bir. Oyun
oynamasını istiyorum. Oyuna konsantre olmuş, kendi kendine ya da arkadaşıyla
konuşa konuşa, keyif alarak oynarken, hadii aktivite saati diye oyununun
bölünüp önüne boyaların ve kağıtların bırakılmadığı özgür bir ortamda
oynamasını. Sürekli bir yetişkin tarafından yönlendirilip, uyarılıp,
keşfetmesine, öğrenmesine imkân tanınmayan bir ortamda oynamasını
değil(Arkadaşının kafasına oyuncakla vurmaya çalışırsa, öğretmen müdahale etsin
tamamJ) İki.
Kıymet görmesini, gözlerinin içine bakılmasını, dokunmak sarılmak isterse
karşılık verilmesini, dinlenmesini, sorularına cevap bulmasını(cevap için biraz
beklemesi gerektiğini öğrenerek muhtemelen). Öğretmeye, örnek olmaya
çalıştığımız değerlerin pekiştirilmesini. Bir birey olduğunu, hakları olduğunu
bilmesini, başkalarının hakları olduğunu da unutmamasını, izin almayı, sıra
beklemeyi, özür dilemeyi, teşekkür etmeyi. Bu yaşta okulda olmasının eğitimden
önce sevgi almasına engel olmadığını hissetmesini. Üç. Günde 8 saat bir sınıfa bir binaya kapalı
alanlara mahkum olmadan, ait olduğu mutlu olduğu yerde; kumun üzerinde,
salıncağın tepesinde, ağaçların gölgesinde vakit geçirip keşfetmesine fırsat
verilsin istiyorum. İzmir’de yaşıyoruz. İzmirlilerin çoğunluğu aynı fikirde
değil ama bu memlekette, bu iklimde çocuğunuzu dışarı çıkaramayacağınız gün bütün
bir yılda 7’den fazla değildir. Ankara’nın ayazıyla terbiye olmuş bir cengaver
gibi konuşuyor olabilirim. Ama çocuğu soğuk esen rüzgârlara incecik
kıyafetlerle çıkarmıyorsanız, ya da yağmurda uzun uzun ıslatıp, ıslak
kıyafetlerle oturtmuyorsanız, bir terletip bir üşütmüyorsanız, çocuklar hava
şartları yüzünden pek hasta olmuyor. Bu sübjektif fikrim değil. Örneklerle(mesela Kanadalı
anaokulu çocukları), bilimsel desteklerle açıklanabilir bir gerçek. Ama üşümek
ama banyodan sonra dışarı çıkmamak ama sırta havlu koymazsak kesin hasta
olurlar bin yıllık geleneğimiz. Verdiğim savaşın beyhude olduğunu hissediyorum.
Yine de gezdiğim okulların(biri dışında) hepsinin, çok uygun yeşil alanları
olanın da, bilmem nerelerden getirilmiş kum havuzu olanın da, hobi bahçesi
yapanın da çocukları dışarı çıkarmadıklarını hayret ve şaşkınlıkla
karşılıyorum. Gerekçenin açıklanırken, zaten okula başlasın sürekli hasta
olacak, veliler üşürler diye istemiyor, bahçeye çıkınca yakınlardaki evlerden şikâyet
oluyor şeklinde olması bende üstümü başımı parçalama hissi uyandırıyor.
Çocuklar hasta olmasın diye çocukları haftada bir bahçeye çıkarıp, içerde
ateşli, hasta, sağlıklı demeden bütün çocukları kapalı odalarda bir arada
tutarak ne yapmaya çalışıyorsunuz diye karşımdaki yetkilinin karşısında
deliriyorum. Son iki aydır periyodik olarak duygularım, düşüncelerim,
yaşadıklarım bunlar. Gezdiğimiz okullardan biri bir montessori anaokuluydu ve
baktığımız okullar arasından evimize en uzak işlerimize en ters olanı da bu
okuldu. Kısmen katıldığım bir yaklaşım var. Eve en yakın okul en iyi okuldur. Özellikle
okul öncesi dönemde. Bu okulu aklımız bahçesindeki tavşanlarda, ördeklerde,
tavuklarda, meyve ağaçlarında, bostanında ve kocaman bahçesinde kala kala
elemek zorunda kaldık. Yaşadığımız yerin bize sunduğu diğer seçenekler; yarım
gün devlet anaokulu, yarım gün oyun grubu(yarım günler diğer yarım gün için
bakıcı ihtiyacı gerektiriyor diye bunlar da elendi), tam gün özel
kreşler(çoğunlukla apartman altı, bahçe yok çim yok, göstermelik plastik oyun
parkları duvarlarda göz yoran devasa rengarenk çizgi film kahramanları ve kötünün
iyisi kolej anaokulları. 3 yaş çocuğunuz için müdürle yaptığınız görüşmenin
yarısında karşınızdakinin gururla teog puanlarından ve akademik başarıdan
bahsetmesi filan. O kadar umurumda değil ki. Demir’in okul hayatı ile ilgili en
az 5 yıl akademik başarı lafını duymak bile istemiyorum. 3 yaşında çocuk yahu. Akademik
başarısı eşek arılarını bal arılarından ayırabilmek, salyangozların neden
yağmurlu havaları sevdiğini bilmek, limon ağacını mandalina ağacından
ayırabilmek, hadi hiç olmadı ahşap bloklarla uzun kuleler filan yapmak olmalı.
Olayları didikleyip bulandırdığımı, dramları sevdiğimi düşünüyor olabilirsiniz.
İsyan temalı her yazımda olduğu gibi yine kendime soruyorum, abartıyor muyum
diye? Cevap hayır. Temel ve çocuk ruhuna uygun okul öncesi eğitim fırsatlarına
ulaşmak için bi milyon takla atmamızı, içimize çok da sinmeyen seçeneklere çok
büyük paralar ödemek zorunda kalmayı kanıksayamıyorum. Demir için en iyisi diye
düşündüğümüz okulun yaklaşık aylık masrafı, eve en yakın devlet anaokullarından
birinin aidatının nerdeyse 20 katı. Dün Demir mutlu olsun, geleceği huzurlu
olsun diye bu masrafı yapacağımıza 20 çocuğu anaokuluna göndersek gezegenin ve dolayısıyla
muhtemelen Demir’in de ilerideki mutluluğu daha garanti olur mu diye düşünmedim
değil. Bu meseleye daha uzun uzun takacak gibiyim. Şimdilik isyanımı burada
bitiriyor, sizlere ve çocuklarınıza gönlünüze göre okullar, öğretmenler
bulduğunuz bir gelecek diliyorum.