6 Şubat 2014 Perşembe

9. Ay


Koca ayaklımın 9. ayı. Ayak üstü tontikliği sebebiyle kar kış demeden bir çift ayakkabı giyemediği bir ayı daha geride bıraktı. 9 ay boyunca ayakları çıplak bulduğum tek bir an bile öpücüksüz bırakmadım sanıyorum. Bu ayakların yıllar sonra 45 numara kıllık bir erkek ayağı olacağı gerçeği...... bızzzttttttt sustum.

Bu ay Demir yere paralel durmaya tahammül edemeyen, uykudan bayılmak üzere bile olsa yatırıldığında jet hızıyla ve öfkeyle oturur pozisyona geçen bir ruh halindeydi. Yatırdığım gibi uyuyan bebek artık kendi etrafında 360 derece dönerek ilk pozisyonuna gelmeden uykuya dalmaz oldu. Gecenin bir yarısı gözlerini cin gibi açmış tavanı seyrederken, uykunun arasında kahkahalarla gülerken, ya da O'na sırtımı döndüğümde gözleri kapalı kollarını uzatıp beni kendine çevirmeye çalışırken de görüldü bu bir ay boyunca.

Yemek işinde çok yol aldık desem yalan olur. Sabahları biraz yumurta yemeye basladı. Ekmek, poğaça, bisküvi ve kuru incir kemireyi seviyor. Biraz yoğurt biraz meyve takılıp gidiyoruz. Haşlayıp önüne koyduğum brokoli&karnıbahar ikilisinden nefret etti desem abartmış sayılmam. Patatesi ilk kez annemin yaptığı poğaçanın içinde yedi. Henüz sebze çorbasında siftahımız yok. 

Çıkçıkıçıkıçıkçık diye müzik yapınca sağa sola kafa sallayıp gülümsemeye başlıyor. Bazen öyle şiddetle sallanıyor ki kafasını ellerimle sabitleyip durduruyorum. Arabaya binip oto koltuğuna kurulunca etrafı izlemekten yüzüme bakmaz oluyor, kuşları, hareket halindeki arabaları izlemeye bayılıyor.

Emeklemiyor ama Kara Murat çocuğum yuvaranarak istediği yere gidebiliyor. Bir de otururken poposunun üzerinde zıplayarak alternatif bir yer değiştirme yolu arıyor şu aralar. Pek başarılı olamadı. Daha çok yaylanıp yaylanıp kafa üzeri çakılıyor:/

Mis gibi kokuyor, kaymak gibi dokunuyor, gülünce iki fare dişiyle kalbimi eritiyor.
Yani olaylar 9 aydır hep aynı mutlu sonla bitiyor. 





3 Şubat 2014 Pazartesi

Kaç aylık?


Aslında sürekli kafamın içinde yazıyorum. Doğum hikayemi, Demir'in uykuya geçişini, yemek yeme çabalarını, bir canavara dönüştüğü şu son günleri, sürekli ağrıyan belimi, tutulan boynumu, evin dandini halini, eve kapandığımız asosyal Ankara kışını, özleyeceğimizi hiç düşünmediğimiz kaç aylıkçı* teyzeleri, anne sütü meselesini, sanayi tipi kadın doğumu, tek reçeteli pediatri çılgınlığını.  
Yıl oldu zattirizutzut hala kafadan geçen düşünceleri bilgisayara aktaracak teknoloji yok elimizde. 
O sebeple parmaklara kuvvet, paylaşalım, paylaştıkça güzelleşelim.

Geçen hafta Demir'le asansördeyken aynadaki yüzümüze baktım. Demir birden çok fena bana benzedi o sahnede. Benim cildim eskimiş, Demir mermer gibi, ben 32 diş sırıtıyorum, Demir'in iki fare dişi var falan ama çok benzedik işte o an. Benim 2013 versiyonum. Miniğim. Düşündüm ki ben de annemin 84 versiyonu olduğuma göre, annem de ananemin miniği olduğuna göre. Biz böyle aynı bedenden matruşka bebekler gibi çoğala çoğala yaşadıkça. Ay nasıl bağlıycam şimdi ya. Diyorum ki, insanoğlu ölümsüzlüğün sırrını aramış durmuş ya yıllarca. Oysa varoluşunun ilk gününden beri zaten ölümsüzlüğe çalışıyor. Kendi canından can doğurdukça. Çoğalıp, yenilenip, güzelleşip varolamaya devam ediyor. Ölümsüzlüğün sırrını bulmayı bırak, kitabını yazıyor.

*Yazın Demir'le fink fink gezerken kaç aylıkçı teyze diye adlandırdığımız bir insan tipi vardı. Kucağında bebeğin, önünde bir uzvun gibi sürdüğün bebek arabasıyla gezince muhabbet tabi ki bebek olacak, insan evladı elbet adı ne kaç aylık anne sütü alıyo mu ay üşüdü filan diyecek ama bu tip biraz daha sarkastik bir halet-i ruhiye içinde. Site içinde yürüyüşe çıkmışız mesela, bizi metrelerce öteden kadrajına alıp avına yaklaşan sinsi bir kaplan gibi salıncakların ağaçların arasından yanaşıp, beni tamamen görmezden gelip, merhabasız, nasılsınızsız, gözler Demir'e odaklanmış direk bir "Kaç aylık?" sorusuyla tüylerimi diken diken eden, "Size ne?", "Size de merhaba", "Tanışıyor muyuz?" ve bilumum daha atarlı reaksiyon verme isteği uyandıran çoğunlukla anane ya da babanne bazen de bizzat annenin kendisi olan dişi güruhu olarak girdiler bizim hayatımıza. 
Alışveriş merkezinde, yürüyüşte, markette, komşuda, asansörde her an her yerde karşınıza çıkabilirler. Sizinle göz teması kurmazlar, direk bebek arabasının içinde yatan bebeğinize odaklanırlar. 5 saniye içinde gözleriyle bebeğinzin boyunu kilosunu ölçüp gelişim grafiğine bulduğu değerleri yerleştirip kendi torunlarıyla/bebekleriyle karşılaştırma işine girişirler. Her soruyu sormaya hakları vardır. Cevap vermek istemeyen memnuniyetsiz suratınız ayıp etmektedir. Neyse demem o ki, ev gezmelerinden fazla pek birşey yapamadığımız son zamanlarda, o teyzeleri bile özledik biz oğlumla ya. Uzaktan bizi gözlerine kestirseler, asansörde bizi yakalayıp sırf "Kaç aylık?" diye sormak için bebek arabasıyla depar atsalar, "Hımmm oğlan da pek toramanmış" diye gözlerini devirseler. 
Söz bu sefer suratımı asıp sizi başımdan savmaya çalışmayacağım.
Hadi parkta buluşalım.
Valla söz.