Tam da o hatayı yaparken, ama farkında değilken birden dank
ediyormuş demek ki gerçekler insanın kafasına.
Bugün Demir’le parktan dönerken, aslından pratikte pek dönebiliyoruz
denemezken, 5 dakikalık yolun, yarısını 20 dakikada alamamışken dank etti bana
da bir şeyler. Baya dan! diye dank etti inanın.
Çocukları bilirsiniz. Aslında küçük çocuklardan
bahsediyorum, daha spesifik olucam, 1.5-3.5 yaş aralığındaki çocuklar diyelim.
Terrible two&küçük ergen diye etiketlediğimiz, huysuz, uzlaşmayan, söz dinlemeyen, kuralları
sallamayan, bizi yoran, inatlaşan o minnoş çocuklarımızdan. İşte onlardan biri olan güzel oğlumla bugün
parktan dönmeye çalışırken ve sanki bir saat 45 dakika parkta oynamamışız gibi, Demir yolda bulduğu salyangozları kaldırıma
dizip, bulduğu bir taşla ağaçtan düşen tohumları tek tek ezip(bu sırada kendi
kendine o çatpat konuşmasıyla bir şeyler anlatıp), sonra yol kenarında bulduğu
kum birikintisine az önce kullandığı taş parçasıyla giriş yapıp “mu menim iş
met(iş makinam) anne men yol baptım” diyerek inşaat işine hızlı bir geçiş
yapması sırasında bir ara geçen hafta denk geldiğim birkaç yazıyı ve bana
hissettirdiklerini hatırladım. Yaklaşık 3.5 yaşından sonra çocukların daha
uzlaşmacı, daha söz dinler, daha uysal, işbirlikçi olduğuna dair paylaşımlardı.
Az kaldı dayanın diyordu yorgun, çaresiz annelere, evcilleşecek çocuğunuz,
akıllanacak. Demir’i parka, okula, sonra arkadaşlarıyla döner yemeye, sonra
tekrar parka götürdüğüm, ve son parkta oyuncak kavgasından sonra ağlayıp, sonra
öksürüp sonra da az önce yediği dönerle birlikte sabahki kahvaltıdan
portakalları filan da kusup parkın ortasına bıraktığı bir gündü. Bu kadar detay
verdim çünkü o satırları duymaya ihtiyacım vardı inanın istiyorum. Her neyse o
paylaşımları beğendim, arkadaşlarımı etiketledim, umutlandım.
Ama işte bugün, benim koşturarak gitmek istediğim o yolu,
Demir usul usul, koklayarak, dokunarak, severek, konuşarak, durup bakıp görüp,
biraz devam edip yine durarak yürürken ve ben kendimi engelleme çalışmama
rağmen 3 dakikada bir “hadi” lerle çocuğumu darlarken birden dedim ki iyi ki
sallamıyor benim şu sevimsiz “hadi”lerimi. İyi ki o mavi çiçeği buldu, kara
hindibayı koparıp, anne bak baba hindiba dedi, o taşı önce çekiç sonra iş
makinası yaptı, ezilmesinler diye salyangozları kenara taşıdı, mırıl mırıl
mırıldandı, anne bak dedi gülümseyerek defalarca. İyi ki birkaç hadi den sonra
o kaldırıma oturup, Demir’in etrafa kum tozlarını saçmasını keyif alarak izlemeyi
başardım. 3.5’tan sonra ne olacak? Ben o yolda Demir’e hadi dediğimde, bugün
yaptığı gibi beni duymazlıktan gelmek yerine usluca elimi tutup “tamam anne“ mi
diyecek. 5 dakikalık yolu 35 dakikada değil de 5 dakikada almayı becerecek
miyiz? O yolun sonunda neye varacağız, neye yetişeceğiz? Don’t grow up, its’a
trap derken atalar bunu mu diyorlardı. Keşke yaşadığımız hayat, hayatın bize
öğrettikleri, annemizden ailemizden gördüklerimiz, ebeveynlikle ilgili bütün o
ezbere ve işlevsiz bilgiler çocuklarımızı yontup budayıp sorgulamayan,
görmeyen, koşturan ve bir yere de varamayan, tabiatın, ağacın, salyangozun,
karınca yuvasının güzelliğini farkedemeyen, şöyle bir sakince durmayı başarıp
hayatın müziğini dinlemeyi başaramayan “yetişkinlere” dönüştürmek üzere
çalışmıyor olsaydı. Çocuklarımızdan öğrenip, onlara benzeyerek büyümeyi
başarabilsek keşke. Büyük olmanın tanımını çocuklarımıza bakıp tekrar
yazabilsek.
Not: Fotoğrafı haftasonu Urla’da çektik. Hadi demeyelim,
hava güzel çocuk yağmur çizmeleriyle olsa da denize girsin mutlu olsun, kenara
çekilip izleyelim dedik. Demir denize düştü:) 31 ocakta çocuğum denize düşüp donuna kadar ıslanıp, önce panikle biraz
mızırdanıp sonra da bizimle birlikte gülmeye başladı. 2 gündür öksürüyor, burnu
akıyor. O günkü denize düşme olayını suçlamak istemiyorum ama hadiler ve
müdahelesiz oturmalar arasında bir orta yol bulmamız şart:)
Maasallah oğlunuza. Zor geliyor bazen özellikle modern donemde sehir hayatının hızına alışınca koşuşturmalar Ömrümüz oluyor. Biz de aslında çocuklarla büyütebilsek cocuk yanımızı....
YanıtlaSilAh be Fındam! Nasıl bi hengamenin ortasında büyümüş ve yetişmişsek, bi kurtulamıyoruz o hadi'lerden, çabuk ol'lardan! yetişecek bi yerimiz olmasa bile illa bi "hadi" halindeyiz! ve ben sadece Ela mı acaba beni umursamıyo diyodum, çünkü bazen 10 saniye içinde 28 kere hadi diyebiliyorum:P ona ragmen cocuk ne yapıyosa ona devam ediyo ve isi bitince bana dönüp elimi tutuyo, "şimdi gidebiliyis" diyo ahahaaha bayılazaaaam:)))) Onlardan öğrencek çok şeyimiz var galiba Fındam, acı ama gerçek! :)
YanıtlaSilay bide anlatmazsam çatlarım, geçen gün tam da bu "hadi artık"larla ilgili komik bi diyalog yaşadık:) Ben her sabah 9'da mesaisinin başında olmak için kasan bir çalışan olarak, her sabah aynı titizlikle Ermanı ve Elayı darlıyorum acele etmeleri ve bir an önce evden çıkmamız konusunda. Ve ekliyorum her defasında "hadi artık, geç kalıyoruz!". Geçen haftasonu evde Elayla yapboz oynuyoduk. Sonra parçaları kutuya doldurmaya karar verdik ve hızlı hızlı dolduruyoruz, ne acelem varsa yine. Agzımdan "Hadi annecim dolduralım dolduralım" dedim. ikileme yapınca da biliyosun daha bi katmerlenir o fiil, illa acele edecez! Sonra Ela ne dedi peki? "doğduyayım(dolduralım), geç kaaadık!" Gülsem mi aglasam mı bilemedim ve inan hayatımın en saçma 10 saniyesini yaşadım! Her hadi'den sonra bi geç kalma kalıbımız olduğu için çocuk alışmış. Ben hadi diyince o geç kaldığımızı düşünüyo ve acele ediyo! Nalet gelsin böyle kapitalist düzene diyerek bağlamak istiyorum bitmek bilmeyen yorumumu:)) Böyle bi düzende çalışmıyo olsaydım, bu kadar işe geç kalmamak için her sabah acele etmez ve ettirmezdim onlara:(
ağlıycam şu an! :( bi omuz versene <3
Uzun zamandır takip ediyorum sizi. Benim de Demir'le aşağı yukarı aynı aylarda bir oğlum var, adı Devrim. Gösterdikleri paralellikler hoşuma gidiyor, yazılarınızda "biz"i buluyorum. Daha sık yazmanızı bekliyorum. Sevgiler...
YanıtlaSil