22 Şubat 2016 Pazartesi

Çocuk


Demir bu aralar çocuk olmak dışında hiçbir şey olmaya yanaşmıyor.

-Oğlum çok tatlısın.
-Hayıv ben çocukum anne.

-Oğlum şimdi ben uçağı süren pilot olayım, sen de kuleden iniş izni veren abi ol tamam mı?
-Hayıv anne olmas, çocukum ben.

-Oğlum sen benim küçük kuzum, cikcik sarı civcivim, minik yunus balığımsın.
-Hayıv men annenin çocukuyum.

Demir böyle çocukluğuna çılgınca sahip çıktıkça benim de O’nun çocuk kollarına sarılıp saklanasım geliyor. Hayatın bütün çirkinliklerinden, bombalardan, tecavüzlerden, öfkeden, şiddetten, yalandan, dolandan kaçıp yüzümü, bedenimi, tüm hücrelerimi, hücrelerim çekirdeklerini, tüm kıymetli elementlerimi Demir’e çevirmek istiyorum. Çocuğumun bana sokulması, sığınması gerek gibi di mi? Kim ne yaptığını biliyor, kim güçlü hissediyorsa sığınak o oluyor. Böyle hissederken hem utançla kendi suratıma bir tane patlatmak istiyorum, hem de böyle bir kurtarıcım olduğu için sevinçten şükredip mutluluk gözyaşları dökmek istiyorum.


Demir’im. Sen Demir’sin. En sevdiğim element, ruhumun güneşisin. Hayatımın değişmeyecek tek gerçeğisin, çocuğumsun. 
Çocukumsun bitanem.

2 Şubat 2016 Salı

Tuzak mı o?



Tam da o hatayı yaparken, ama farkında değilken birden dank ediyormuş demek ki gerçekler insanın kafasına.  Bugün Demir’le parktan dönerken, aslından pratikte pek dönebiliyoruz denemezken, 5 dakikalık yolun, yarısını 20 dakikada alamamışken dank etti bana da bir şeyler. Baya dan! diye dank etti inanın.
Çocukları bilirsiniz. Aslında küçük çocuklardan bahsediyorum, daha spesifik olucam, 1.5-3.5 yaş aralığındaki çocuklar diyelim. Terrible two&küçük ergen diye etiketlediğimiz, huysuz, uzlaşmayan, söz dinlemeyen, kuralları sallamayan, bizi yoran, inatlaşan o minnoş çocuklarımızdan.  İşte onlardan biri olan güzel oğlumla bugün parktan dönmeye çalışırken ve sanki bir saat 45 dakika parkta oynamamışız gibi, Demir yolda bulduğu salyangozları kaldırıma dizip, bulduğu bir taşla ağaçtan düşen tohumları tek tek ezip(bu sırada kendi kendine o çatpat konuşmasıyla bir şeyler anlatıp), sonra yol kenarında bulduğu kum birikintisine az önce kullandığı taş parçasıyla giriş yapıp “mu menim iş met(iş makinam) anne men yol baptım” diyerek inşaat işine hızlı bir geçiş yapması sırasında bir ara geçen hafta denk geldiğim birkaç yazıyı ve bana hissettirdiklerini hatırladım. Yaklaşık 3.5 yaşından sonra çocukların daha uzlaşmacı, daha söz dinler, daha uysal, işbirlikçi olduğuna dair paylaşımlardı. Az kaldı dayanın diyordu yorgun, çaresiz annelere, evcilleşecek çocuğunuz, akıllanacak. Demir’i parka, okula, sonra arkadaşlarıyla döner yemeye, sonra tekrar parka götürdüğüm, ve son parkta oyuncak kavgasından sonra ağlayıp, sonra öksürüp sonra da az önce yediği dönerle birlikte sabahki kahvaltıdan portakalları filan da kusup parkın ortasına bıraktığı bir gündü. Bu kadar detay verdim çünkü o satırları duymaya ihtiyacım vardı inanın istiyorum. Her neyse o paylaşımları beğendim, arkadaşlarımı etiketledim, umutlandım.
Ama işte bugün, benim koşturarak gitmek istediğim o yolu, Demir usul usul, koklayarak, dokunarak, severek, konuşarak, durup bakıp görüp, biraz devam edip yine durarak yürürken ve ben kendimi engelleme çalışmama rağmen 3 dakikada bir “hadi” lerle çocuğumu darlarken birden dedim ki iyi ki sallamıyor benim şu sevimsiz “hadi”lerimi. İyi ki o mavi çiçeği buldu, kara hindibayı koparıp, anne bak baba hindiba dedi, o taşı önce çekiç sonra iş makinası yaptı, ezilmesinler diye salyangozları kenara taşıdı, mırıl mırıl mırıldandı, anne bak dedi gülümseyerek defalarca. İyi ki birkaç hadi den sonra o kaldırıma oturup, Demir’in etrafa kum tozlarını saçmasını keyif alarak izlemeyi başardım. 3.5’tan sonra ne olacak? Ben o yolda Demir’e hadi dediğimde, bugün yaptığı gibi beni duymazlıktan gelmek yerine usluca elimi tutup “tamam anne“ mi diyecek. 5 dakikalık yolu 35 dakikada değil de 5 dakikada almayı becerecek miyiz? O yolun sonunda neye varacağız, neye yetişeceğiz? Don’t grow up, its’a trap derken atalar bunu mu diyorlardı. Keşke yaşadığımız hayat, hayatın bize öğrettikleri, annemizden ailemizden gördüklerimiz, ebeveynlikle ilgili bütün o ezbere ve işlevsiz bilgiler çocuklarımızı yontup budayıp sorgulamayan, görmeyen, koşturan ve bir yere de varamayan, tabiatın, ağacın, salyangozun, karınca yuvasının güzelliğini farkedemeyen, şöyle bir sakince durmayı başarıp hayatın müziğini dinlemeyi başaramayan “yetişkinlere” dönüştürmek üzere çalışmıyor olsaydı. Çocuklarımızdan öğrenip, onlara benzeyerek büyümeyi başarabilsek keşke. Büyük olmanın tanımını çocuklarımıza bakıp tekrar yazabilsek.


Not: Fotoğrafı haftasonu Urla’da çektik. Hadi demeyelim, hava güzel çocuk yağmur çizmeleriyle olsa da denize girsin mutlu olsun, kenara çekilip izleyelim dedik. Demir denize düştü:) 31 ocakta çocuğum denize düşüp donuna kadar ıslanıp, önce panikle biraz mızırdanıp sonra da bizimle birlikte gülmeye başladı. 2 gündür öksürüyor, burnu akıyor. O günkü denize düşme olayını suçlamak istemiyorum ama hadiler ve müdahelesiz oturmalar arasında bir orta yol bulmamız şart:)