
Geçen sene bugün. Hamileliğimin 41. Haftası. Tam olarak
40+4. 38. Haftadan beri her an doğuracağım diye bekliyoruz. Herkesin gözü
göbeğimde. Haftalardır vücudumu dinliyorum ama defalarca okuyup, dinlediğim
hiçbir doğum sinyali yok. O kadar uzun zamandır bekliyormuşum gibi geliyor ki
artık birkaç hafta önce düşündükçe tansiyonumun düştüğü, dizlerimin titrediği
normal doğum gerçeği canımı bile sıkamıyor. Çılgınca ve hemen karnımdaki
bebeğimi kucağıma almak istiyorum. Doktor tavsiyesi üzerine günde iki kez yarımşar
saat yürütülüyorum. Hızıma yetişemeyen annem ve sevgilim sürekli nöbet
değiştiriyor. 13. Kattaki evimize merdivenden çıkıp, merdivenden iniyorum. Dik
ve mağrur ve hala inadına gökyüzüne uzanan göbeğime baktıkça bu yaptıklarımız
çok saçma geliyor. Ama o kadar sabırsızım ki artık bütün çılgınlıkları yapmaya
hazırım(şimdi aklımdan not: eninde sonunda doğuracağım, içimde kalmayacak minik
yavrum, sakin!). O gece hıdırellez. Annem, yürüyüşlerden, o kadar merdiven inip
çıkma sonucu hamlayan bacaklarıma inat hiç oralı olmayan göbeğimden umudu
kesmiş, umudu Hıdıra bağlamış. Hepimizin eline kağıt kalem tutuşturup
dileklerimizi çizmemizi istiyor. Tabi ki dilekler hep aynı. Kucaklarında
Demir’le gülümseyen Funda, Erman. Gece yarısı anneler inip gül ağacına gömüyorlar
dilekleri. 6 mayıs oldu artık. Biz de, bugün de doğuramadım diye yatmak için
hazırlanıyoruz.

Tuvalete gidiyorum ve bana aylar gibi gelen günlerdir
beklediğim işaret. Nişan geliyor. Ağrısız ve düzenli kasılmalarım da var. Zaman
tutuyoruz 9 dakikada bir. Ama hiç ağrı yok. O kadar mutluyum ki. Sonunda girdik
o yola. Bir şekilde kucaklaşmamız artık çok yakın. Nişanın da bu sıklıktaki
ağrısız kasılmaların da acil doğum belirtisi olmadığını biliyoruz ama sonunda
bu noktaya gelmiş olmanın heyecanı ile doktoru arıyoruz. Vurun kafayı yatın
diyor doktor. Hevesimiz kursağımızda ama gözler cin gibi yatıyoruz. Anneler
heyecan yapmasın diye onlara bir şey söylemiyoruz. Birkaç saat kanama hafif de
olsa devam edince yine dayanamayıp yine doktoru arıyoruz. Doktor istediğimiz
zaman hastaneye geçebileceğimizi, sabah gelip kontrol edeceğini söylüyor.
Anneleri kaldırdık. Çantamızı aldık. Pilates topunu bile aldık. Sabah 5te
hastaneye geçtik.
Sancılar biraz daha şiddetlenmeye başlanmıştı artık. 8:30da
doktor geldi. Açılma var mı kontrol etti. Yoktu. Açılma başlasın diye rahim
ağzına ilaç koydu. Lavman yapıldı. Doktor gitti. Sancılar biraz daha
şiddetlendi. Ama dayanılmayacak gibi değildi.NSTde sancı şiddetinin 70-80
civarını gösterdiği zamanlardı. Öğlen doktor tekrar geldi. Açılma başlamıştı.
Sezin geldi. Sezin geldiğinde sancılardan canım yanıyordu. Çok çaktırmamaya
çalışıyordum. Annemler geç gelsinler bizimle o kadar uzun hastanede
beklemesinler istemiştik ama öğlen artık durdurulamaz olmuştu annem, hastaneye
öğlen 1 gibi geldiler. Duş almak istedim. Banyoya girdim. Sancı geldiğinde
zorlanıyordum ama duş iyi gelmişti. Çıktım, kurulandım. Artık doğum odasına
geçmiştim. 14:00 de anestezist geldi.
Epidural takıldı. Hiç hoşuma gitmedi o his. Belime bir metal kablo sokup bir an
elektrik vermişler gibi. Ama ilaç verilmeye başlanmadı. İstemedim. Daha
dayanabilirmişim gibi geldi. Ama eninde sonunda anestezi isteyeceğimi
düşünüyordum. Kendimi hiç epiduralsiz doğum yapabilecek kadar cengaver
hissetmedim(şimdiki aklım olsa kesin denerdim).
Sancılar gittikçe
şiddetleniyordu. Sanırım o vakitten sonra hep nstye bağlıydım. Sancı şiddetinin
100-120 civarını gösterdiğini hatırlıyorum. Hala anestezi almamıştım ve zor
olsa da dayanıyordum. Pek sesim çıkmıyordu. Ah belim filan diye inliyordum sessizce.
16:30da tekrar doktor geldi. Muayene sonrası açılmanın beklediğinden iyi
olduğunu söyleyip baya keyiflendi. 6-7 cm açılma vardı. Doktor neden hala epidural almaya başlamadın,
boşuna acı çekiyosun dedi. Dayanıyorum, normal süreci çok etkilemesin istiyorum
dedim. O sırada doktor gülümseyerek, ya ne gerek var gibi bişiler söyleyerek
ilacı vermeye başladı. Ve sonra gitti sanırım. Sanırım, çünkü bende sonrası
yok. Bayıldım. Baya baya bayıldım. Gözüm karardı. Yatakta yattığım için
düşmedim ama olduğum yerde karanlık ve sessizlik içinde yalnız kaldım. Ne kadar
zaman sonra bilmiyorum gözümü açabildim biraz. 16:30a kadar telefonuma saat
saat neler olduğunu not almışım. O saatten sonrası yok. Annem, Erman, hemşire
başımda. Herkes bembeyaz. Sancılar durmuş. NSTde tık yok. Herkes korkak, panik
halde. Bişeyler duyuyorum ama hayal gibi. Anestezist gelmiş. Doktor da gelmiş
sanırım. Tek net hatırladığım annemin yüzü. Çok çok korkmuş ama çaktırmıyor.
Hala O an, O’nu o kadar korkuttuğum için kendimi çok mutsuz hissediyorum.
Resmen epidural doğumu durdurmuş. İlaç fazla geldi, kalıbına güvendik, suni
sancı gibi gerçek olmamasını umduğum bölük pörçük şeyler duyuyorum. Çok
yorgunum, hatta kendimde bile değilim ama neden bilmiyorum hiç mutsuz değilim o
an. Ne olursa olsun az kaldı, kucaklaşacağız diyorum. Bir yolunu bulacak, oğlum
içimden çıkacak. Daha önceden suni sancı istemiyorum diye ısrar etmeme rağmen,
hali hazırda elimizde olan benim güzel ve doğal sancılarım verilen epiduralle
yerleyeksan olduğundan bana haber bile verilmeden suni sancı verilmeye
başlanıyor. Bu ne diyorum. Neyseki cevap veriyorlar. Biraz sonra tekrar
sancılar başlıyor. Ama öncekilerden çok daha acılı, çok daha yoğun. Yine de
mutluyum. Az kaldı, biraz daha dayanacağım, oğlumu kucağıma alacağım. Bu kez de
bu sancılara dayanayım diye tekrar anestezi vermeye başlıyorlar. Bu kez yavaş
yavaş tabi. Tam hatırlayamıyorum değerleri ama ilk seferde birden 30 birim
verdiyse, bu kez 5, 10, 15 diye yavaş yavaş artırarak veriyorlar. Saatini hatırlamıyorum ama yavaş yavaş baskıyı
hissetmeye başlıyorum ve ıkınmak istiyorum.
Kollarımdan tutup beni yürütüyorlar.
Sancılar şiddetleniyor şiddetleniyor. Belimin çok çok ağrıdığını hissediyorum.
Ama sanırım sancılar arasından biraz uyukluyorum. Saat 8 gibi açıklık 10 cm
oluyor. Ama doktorun biraz mutsuz olduğunu hissediyorum. Ikınmama izin
vermiyor. Ben ıkındıkça Demir’in kalp atışlarının yavaşladığını söylüyor. Ve
bunu duyduktan sonra ben kendimi çılgınca kasıp ıkınmamaya çalışıyorum. Doktor
muayenede demirin saçlarına dokunduğunu ama yeterince aşağı inmediğini
söylüyor. O an ve aslında hala 10 cm açıklıkta, saçlarına dokunulan bebeğimin
daha ne kadar aşağı inmesi gerektiğini anlayamıyorum. O kadar yorgunum ki
artık. Bir kez de yorgunluktan bayılmadan oğlumu kucaklamak istiyorum. Ben 10
cm açıklıkta tam 3 saat, biraz yürüyüp, biraz inleyip, biraz kusarak
bekliyorum.
O 3 saat nasıl geçti hala hiç bilmiyorum. Sonra doktor 11 gibi
yanıma gelip ben daha fazla risk almak istemiyorum sezeryan yapalım diyor.
İnanamıyorum. Sanki bana uğraşalım dese o yorgunluğa rağmen 24 saat daha
uğraşmalıymışım gibi hissediyorum. Ama o halde, o kadar ilaca maruz kalmış,
saatlerdir doğum sancısı çekmiş ve bir kez ayılıp bayılmş bir 41 haftalık gebe
olarak hayır ben alırım o riski devam da diyemiyorum. Ben kim risk almak kim o
anda. Doktordan, anestezistten, o empati yoksunu hamile hemşireden bir an
nefret ediyorum. Evde ebeyle doğursam daha iyiydi gibi bişiler düşünüyorum. Tamam
diyorum tamam. Benim tamam demekten başka bir seçeneğim yok şu an.
Anestezist
hastanede olmadığı için onu bekliyoruz. Önlüğü giydiriyorlar, sedyeye
yatırıyorlar. Bu ihtimali hiç düşünmemiştim. Sezeryan prosedürü ne, nerdeyse
hiçbir fikrim yok. Ermanla birlikte o yeşil örtülerle kaplı beyaz ışıklı soğuk
ameliyathaneye gidiyoruz. Bütün vücudumu silip, sallıyorlar. Hala bunu ne için
yaptıklarını bilmiyorum. Açıp okumadım, kimseye sormadım. Unutmak istiyorum
sanırım. Bana bir daha bu kez de sezeryan için anestezi veriyorlar. Önüme
perdeyi çekiyorlar. O kadar yorgunum o kadar yorgunum ki.
Sarhoş gibi
sayıklıyorum.
Allahım nolur oğlumun çıkışını görmeden uyuyakalmayayım.
Anestezist benimle sürekli konuşup bir ara bana sakız çiğnetiyor. Sonra Ermana
makine hazır mı filan gibi bişiler diyor ve ben O sırada, hiç o kadar çabuk
beklemezken hayal gibi havada oğlumu görüyorum. Saat 23:46.
Görüntü hayal gibi
ama ses sonuna kadar gerçek. O kadar çok ağlıyor ki. Sayıklıyorum o sırada
resmen. İyi mi diyorum. Herşey tamam mı? Oğlum çıktı mı, aşkım nerdesin,
allahım ne çabuk bitti. Oğlum. Oğlum, oğlum.
Çocuk doktoru baya bişi anlatıyor
orda bana hiçbirini hatırlamıyorum. Oğlumu temizleyip giydirip yanıma
getiriyorlar, yanağıma dokunuyor ıslak, ılık yanağı. Susuyor.
Oğlum.
Merhaba.
Çok yoruldun, özür dilerim.
Vücudumum hiçbir noktası üzerinde o kadar etkim yokki oğlumu öpmek için dudaklarımı
zor uzatıyorum küçük suratına. Resmen sarhoşum. Resmen aşırı dozda tıbbi
müdahale zehirlenmesi yaşıyorum. Demiri odaya götürüp, benim yorgun ve bitik
bedenimi de temizleyip toparladıktan sonra beni de yanına çıkarıyorlar. Baygın
ve çok mutluyum. Buruşuk, kıllı oğluma bakıp Allah’ım ne kadar tatlı diyorum.
6 Mayıs. Hıdırellez. Hayatımın en zor, en yorucu, en
benzersiz, en canımın burnumda, en
muhteşem günü.
Saatini birtakım tıbbi müdahalelerle biraz kaydırdık ama, 6
Mayıs küçük bebeğimin dünyaya gelmeyi seçtiği gün. Hıdırellezin bana hediyesi.
Benim bahar bayramımın adı Demir.
1 yıl sonra bile bu yazıyı yazarken burnumun direği sızlıyor
be okur. Tüm hamilelere bebeklerine sağlıkla, mutlulukla bir avazda kavuşmalarını
dilerim. Tüm baba adaylarına kendilerini hiç çaresiz hissetmeyecekleri, tüm
anane, babaanne, dedelere ve tüm doğumhane kapısı ardında bekleyenlere korku
içinde değil mutlulukla bekleyecekleri bir doğum dilerim. Bu dünyanın en eşsiz
ve en zor ve en muhteşem tecrübesi.
Bunu yaşamadan ölmeyi hiç istemezdim.
Teşekkürler Demir.
Minik bebeğim.
Doğum günümüz kutlu olsun.